AĞUSTOS AYINDA OKUDUKLARIM | 2017



  1. Melankolinin Anatomisi - Robert Burton




Yayınevi: Aylak Adam
Sayfa Sayısı: 160

 Bu kitabı, D&R'ın mağazasından 10 TL indiriminin olduğu bir zaman almıştım. Bir süredir felsefi düşünürlerin kitaplarını inceleme isteğim vardı ve ben de adım adım, bununla giriş yapmaktan ileri gitmek istedim. 

 Kitabın altının çizilmediği bir sayfa, neredeyse yok diyebilirim. Başlıktan anlaşıldığı gibi sadece melankoliden değil başka düşünceleri de ele alıp yorumlayan bir kitap. Robert Burton'a ait okuduğum ilk kitabı, Aylak Adam Yayınları tarafından gayet güzel bir çeviriyle basılmış bence. Eski dönemlerde kullanılan İngilizce kelimeler Türkçeye iyi uyarlanmıştı ve devrik cümle, harf hatası gibi şeylerle karşılaşmadım. 

 Melankolinin Anatomisi, benim eleştirebileceğim ve düşünceleriyle karşı karşıya gelerek başlıkların altına kendi fikirlerimi de ekleyebileceğim bir kitaptı.

 Sakin kafayla kendinizi vererek okuduğunuzda ortaya çıkarılmış fikirleri daha yoğun bir şekilde takdir edebiliyorsunuz. 

 Birinci fasikül yazısına bakılırsa, Burton'ın bu alanda yazdığı kitaplar çevrilmeye devam edecek gibi duruyor. Gelecekte çıkarsa alıp okuma ve detaylı bir şekilde yorumlama planlarım da var.


Arka Kapak Yazısı: 

 Modern Avrupa uygarlığının en önemli metinlerinden Melankolinin Anatomisi, yayımlandığı 1621 yılından bu yana birçok yazara ilham kaynağı oldu. Bir rahip ve bilim adamı olan Robert Burton'ın tıbba, tarihe, edebiyata, bilime olan derin ilgisi onu tüm insanlığın duygu ve düşüncelerini kavramaya yönelttiğinde, aynı zamanda insanlık durumunun alegorisini ortaya koyacağı bu metni yazmaya karar verdi. 

 Bir anlatı ustası olan Burton, Anatomi'de, ruh bilimsel sorunları modern denebilecek bir yaklaşımla ele alırken, okuruna günlük dile ait canlı bir üslup sunar. Melankoli tıbbi bir çerçevenin konusu gibi görünmekle birlikte Burton'ın keskin zekâsı onu, tarihin, edebiyatın, psikolojinin, astronominin ve teolojinin ilgi alanına sokar. 

 Hippokrates'ten Aristoteles'e, Ortaçağ âlimlerinden bilim insanlarına, Latin dili edebiyatından Yunan metinlerine kadar birçok farklı referansa başvurarak metnini zenginleştirir. Elinizdeki metin, insan olma halinin bu en hakiki duygu durumunun etraflıca bir çözümlemesini yapmaya çalışırken, yüzleşmekten korktuğumuz karanlık taraflarımızı, kendimize itiraf edemediğimiz olumsuz yönlerimizi de su yüzüne çıkarmaya cesaret ediyor.



  2. Crown of Midnight (Karanlık Taç) - Sarah J. Maas




 Ne kadar uzun bir süredir, Cam Şato serisine devam etmek istediğimi anlatamam. Bu ay okuduğum tüm Sarah J. Maas kitaplarını e-book şeklinde, İngilizce okuduğum için o başlığını da eklemek istedim.

Yayınevi: Bloomsbury
Sayfa Sayısı: 361

Arka Kapak Yazısı:

 Karşınızda Kralın Şampiyonu Celaena Sardothien. Güzel Ölümcül Efsanevi Celaena şeytanın buyruklarını yerine getiren zalim bir suikastçı mı? Gerçek sevgiyi arayan tutkulu bir âşık mı? 

 Kralın bir numaralı suikastçısı olan Celaena, sarayın en korkulan kadını. Ne kadar kan dökerse o kadar özgür olabiliyor. Ama üstlendiği her ölüm, söylediği her yalan, sevdiklerini tehlikeye bir adım daha yaklaştırıyor. Yüzbaşı Westfall ve Prens Dorian onu korumaya devam etseler de, Celaena korkunç bir gecede, büyük bir trajedi yaşayacak. Celaena ne için savaşacak: Özgürlüğü mü, kalbi mi yoksa krallığının geleceği için mi?

Spoiler İçerikli Yorum: 

 Kitabın başlarından itibaren Sarah, tempoyu elden bırakmadı ve sonuna kadar merak ederek okumamı sağladı. İlk kitapta akılları dolduran Celaena ve Dorian mı yoksa Celaena ve Chaol mu sorusunun detaylı bir cevabını aldık: İkisi de değil. Kralın babasının asıl planlarının yavaş yavaş su yüzüne çıkması ve buna karşılık, Dorian'ın sahip olduğu büyü gücünün kendini göstermesi hikayede beklediğimiz o gerilimi yarattı. Cam Şato kitabında, serinin devamının bu kadar ileri adım atacağını ve her kitapta bir adım daha gitmiş olacağını tahmin edemezdim.

 Kitabın sonunda, Celaena'nın -artık Aelin demeyi tercih ediyorum- derinliklerinde yatan gerçekler Chaol, Dorian ve Fleetfoot'u koruma güdüsüyle açığa çıkıyor. Aelin'in Galathynius soyundan geldiğini ve kanında fae genlerinin dolaştığını öğreniyoruz. 

  Chaol'un babasıyla yaptığı anlaşmaya gelirsek... Aelin'i evine, güvende olması için gönderirken kendi özgürlüğünden vazgeçtiğini açıklıyor. Bir sonraki kitapta tabii ki Sarah, olayları öyle akıcı kurguluyor ki bir türlü elinizden bırakamıyorsunuz.




  3. Heir of Fire (Ateşin Varisi) - Sarah J. Maas




Yayınevi: Bloomsbury
Sayfa Sayısı: 465


Arka Kapak Yazısı: 

 Karşınızda Alevlerin Tanrıçası Celaena Sardothien. Celaena artık küllerin ve ateşin varisi, kimsenin önünde eğilmeyecek. Ölümcül yarışmalardan ve kalbini parçalayan anılardan sonra hayatta kaldı. Şimdi de en karanlık gerçeğe doğru yola çıkıyor… Geleceğini sonsuza kadar değiştirebilecek korkunç bir gerçeğe doğru… Dünyasını köleleştirmeye çalışan acımasız canavarlar, ufukta birer birer görünmeye başladılar. 

 Celaena gücünü toplamak zorunda. Sadece içindeki kötülükle savaşmak için değil, zincirinden kopmuş şeytanı yenmek için. Cam Şato ve Karanlık Taç'tan sonra Sarah J. Maas, suikastçısını, en göz kamaştırıcı parlaklığa ulaşması için ateşe veriyor.

Spoiler İçerikli Yorum: 

 Aelin'in Wendlyn'e gelişinden itibaren, onun bakış açısından okumak için heyecanla beklediğim sayfalar çevirdim. İlk gelişinde, hikayede çok önemli bir rol oynayacak bir general ile karşılaşıyor ve oradan sonra Aelin'in kendini kabullenme savaşında birçok izi bedenine kazıyor. 

 Rowan, Aelin'i aradığı cevapları elinde tuttuğuna inandığı halası Maeve'in yanına götürüyor. Maeve'in cevaplar karşılığında kendini kanıtlamasını istemesiyle Rowan'ın onu eğitmesini istiyor ve birlikte o saraydan ayrılıyorlar.

 Rowan ve Aelin'in geçirdiği eğitim anları sanırım en sevdiğim sahneleri içeriyordu. Henüz kitabın en başında karşılaştıklarında, Aelin için o kişi olduğunu anladığımdan olacakları ayrı bir merak ediyordum. Aelin'in geçmişteki yara kabuklarının farkında olan Rowan, kabuğunda onun geçmesi için bir çatlak açıyor ve birbirlerine destek oluyorlar.
 Aelin'in güçlerini, alışık olmadığı bir sınıra kadar kullanmasını isteyen Rowan daha sonra onu bayılmış bir şekilde şifacıların yanına götürüyor. İçindeki yanan ateşin sönmesi için küvetin içinde oturan Aelin'in çıplak sırtındaki yaraları da Rowan bu şekilde görüyor. Aelin'in karakterinin böylesine güçlü ve her zaman kendini savunabiliyor olması, her kitapta onun ruhunda yaşayan alevleri hissettiriyor.

 Dorian'ın Cam Şato'da, Chaol'la arkadaşlıklarının sarsılmış olması ve bunun üzerine Aedion'un gelişi de ayrı bir meseleydi. Dorian, Aelin'in aslında düşmanına ait tahtın varisi oluşunu öğrenmesi ona karşı duygularını değiştirmemişti ama diğer yandan Chaol... Dorian ve Aelin'in büyü gücüne sahip olduklarını öğrenmesiyle onlara canavar muamelesi yapması, kitap boyu beni rahatsız eden bir detay olmuştu. 

 Aedion, Aelin kuzen demek... Kitap boyunca ikisinin birleşeceği anı beklerken kral işleri öyle bir uçuruma düşürdü ki, Dorian, Chaol ve Aedion için zorlu bir savaşın geleceğinin farkındaydım. Dorian'ın büyüsüyle müdahele edişi üzerine Chaol kaçmıştı ve Aedion, infaz tarihini sayacağı hücreye tıkılmıştı. Dorian'a takılan tasmanın durumu iyice zorlaştırmasından bahsetmiyorum bile.

 Manon ve liderlik yaptığı on üç cadının arka planda dönen hikayesi de ilginçti. Tanıtılan Manon'a ilk başlarda ısınamasam da, beklenmedik bir davranışı üzerine ilgimi çekti. Cadılar wyvren binicilik dersleri aldıktan sonra, kendi bineklerini seçme yarışında Manon'un en güçlü, zalim yaratığı seçmek yerine yem olarak kullanılan wyvenı tercih etmiş olması o cadılarla beni şaşırttı. Abraxos adını verdiği wyvren ile yakınlaşması üzerine, küçüklüğünde sessizce alınmış duygularını keşfe çıktığı anları okurken keyif aldım.

 Dördüncü kitapta bu konuya daha detaylı sahneler giriyor, sonraki yorumumdaki incelememe de bakabilirsiniz bunun için.

 Kitapla bağlantılı olduğunu düşünerek, Instagram'dan Charlie Bowater'ın hesabını takip etmenizi öneririm en azından bakabilirsiniz. Kendisi özgün sanatını ortaya koyarken, kitaplardaki karakterleri de resime aktardı ve Sarah J. Maas'ın kitaplarındaki sahneleri içeren boyama kitabındaki çizimleri gerçekleştirme fırsatı buldu.




  4. Queen of Shadows - Sarah J. Maas




Yayınevi: Bloomsbury
Sayfa Sayısı: 656

Spoiler İçerikli Yorum: 

 SEN TAM BİR HARİKASIN VE NEDEN BİTTİN?

 Gerçekten Sarah J. Maas'le çok kısa bir sürede böyle bir bağımın olacağını hiç beklemiyordum. Kaleminden çıkan her seriyi takip ediyor, her birini ayrı seviyorum. Bu kitapla ilgili konuşmaya nereden başlayacağımı bile bilmiyorum, kitabı okurken sayfaların kenarları dijital notlarla dolmuştu. Şimdi fazla dağılmadan yorumlarımı size yansıtmak istiyorum.

 Aedion'u kurtarmaya gidiyoruz! Aelin kuzenini kurtarmak adına, geçmişindeki izlerle yeniden yüzleşerek Arobynn'in yanına gidiyor. Chaol'u orada görmenin etkisiyle onun orada ne yapabileceğini düşünmeye başlıyor ve şüphelerini bastırarak ondan yardım istemek zorunda kalıyor. Yeniden Adarlan'a döndüğünde, kuzeninin hapsolduğunu öğrenmesiyle Katillerin Kralı'yla ortak bir planın ortasına düşüyor. 

 Bir dansçı olarak, yerlere külleri saçarak onları alevlere boğacağını ve onların arasından Aelin'in çıkarak Aedion'u bağlı olduğu yerden kurtarmasıyla yaptıkları kaçış efsaneydi. Yaralı olmasına rağmen Aelin kuzenini destek olarak apartmanına götürüyor ve Aedion anın etkisiyle, çocukluğunun ışığı olan kuzeninin yanı başında olmasına şaşıramıyor bile. 

 Ve bu aralıkta bize, Aelin'in Rowan'a Wendlyn'de kalmasına yönelik emrini görmezden gelerek Adarlan'a geri dönüyor. Aedion iyileştikten sonra, Rowan'ın kan bağını çoktan Aelin'le olduğunu öğrendiğinde ikisi arasında geçen kavgadaki tepkim: Oh shit. olmuştu. Aedion'un ne kadar incindiğini ama geri dönerek kahvaltı hazırlayıp ikisinin arasındaki bu durumun görmezden gelinmesi tam da ikisinden beklediğim bir şeydi.

 Lysandra karakterinin de girişiyle Aedion'u shiplediğim kişi de ortaya çıktı... Cidden her yer ship dolu. Fakat Lysandra, soyunun son kalanlarından bir şekil değiştiren ve Aedion'un fae kanıyla başa çıkabilecek, güçlü ve cesur bir kadın. Yanındaki küçük kızı koruyuşu o kadar güzeldi ki, Aelin ve Rowan savaşta olmasaydı sakin bir hayatta onunla oynadıklarını gözümde canlandırabiliyorum.

 Her birlikte Arobynn'e akşam yemeğine katıldıklarında, Aelin'in Rowan'ın istediği elbiseyi giymesiyle orada yemek yerken karşılıklı konuşmalarına sırıtımadan edemedim. Herkes masada bir şeyler konuşurken onlar zihinlerinden iletişim kuruyorlar, gülüyorlar ve Aroybnn'in buna tepkisi kesinlikle gülmeme neden oldu.

 Bir de Lorcan durumu var tabii, ilk başta karakterinin sadece Maeve'e hizmet eden bir kukla olduğunu düşünsem de sonrasında onun karakterinin çok daha başka şeyleri anlattığını düşünmeye başladım. Bir sonraki kitapta onunla ilgili detayları inileceğini ve Rowan'la birlikte Maeve hizmet eden diğerlerinin geçmişlerini öğreneceğimizi düşünüyorum.

 Arobynn ayrılmasından önce, Aelin'in parmağına taktığı wyrd yüzüğü ve onun komutlarına uyması bir an beni şaşırtsa da, Aelin'in buna karşı koyacağını tahmin etmiştim. Bir sonrki bölümde de bunların olduğunu görüyoruz zaten, üstelik Aelin'in aradığı üçüncü anahtar olan ailesinin himayesinde tarihte ilerleyen kolye onun elinde oluyor.

 Bunun ardından Lysandra'nın onunla birlikteyken öldürmesi ve yeterince acı çektiremediği düşüncesine katılıyorum. Aelin ve Lysandra'nın yanında birçok kişiye çektirdiği acıların karşılığını alması gerekiyordu ama ölmüş olması bile hikayede büyük bir yükten kurtulmamızı sağladı.

 Aedion'un Gavriel'in oğlu olması durumu üzerine kısa bir şekilde düşüncelerimi paylaşacağım. Ateşin Varisi'nde gerçekleşen savaş sırasında Gavriel'in durarak Aelin'e yardım etmesinin sebebinin bir yandan da oğluna, kalbinde atan dugulara karşılık gelmesi olduğunu öğrendik. Sarah'nın bütün her şey olurken karakterlerin geçmişlerini, akan bir şelale gibi damlaları doğal bir şekilde eklemesini çok seviyorum.

 Manon ve Asterin... Asterin'in doğumu sırasında yaşadıkları, sakat bir cadı doğurması üzerine Manon'un büyükannesinin çocuğunu gözleri önünde öldürerek karnına damgaladığı KİRLİ yazısı beni o kadar üzdü ve sinirlendirdi ki, kelimelerle anlatamayacağım. Okuduysanız zaten anlıyorsunuzdur. Manon kitap boyunca kendisine çarptırılan emirlere uyduktan sonra sonunda, cadılarını korumak için bir kalkan olmaya ve herkesle birlikte savaşmaya karar verdiği an beni çok mutlu etmişti.

 Manon'un Adarlan'ın kralıyla karşılaştığında, Dorian'ı görmesi de yeni shipimizi oluşturuyor. Bu sahnede ayrıca Chaol, Dorian'a ulaşmış ve tüm grubun cadılarla savaşmasına sebep olmuştu. Son anda, Abraxos'la uçarken onun yanına geldiğinde Manon'un da elinde olmadan ona çekilmeye başladığı sahneyi okuduğumda onun için iyi bir değişim olacağını düşündüm.

 Aelin'in Manon'la, Chaol'u onun elinden kurtarmaya çalışırken hayatını bağışlayarak onu kurtararak mağaradan çıkardığı an Rowan'a yaptığı açıklama onun ruhunun yeniden nasıl bir derinliğe sahip olduğunu gösterdi. Aelin olmasaydı başka kim olurdu bilemiyorum. 

 Kitabın sonunda, kralın ölümü ve Dorian'ın içindeki karanık prense karşı koyarak yeniden hayata döndüğü sahnede hem gülüyordum hem de merakla gözlerim satırları tarıyordu. 

 Lysandra'nın, büyüyü engelleyen kuleleri patlatarak şekil değiştirme yeteneğini kullanması, Chaol'un cebine Aelin'in koyduğu Elena'nın kolyesi, Rowan ve Aedion'un kulenin patlaması için uğraşırken Lorcan'la olan karşılaşmaları sahneyi ve savaşı o kadar heyecanlı kıldı ki, okurken durmadım.

 Aelin'in mağaradayken savaştığı, buzun altındaki canavarın Dikenler ve Güller Sarayı serisiyle bir ilgilisi olduğunu düşünen var mı? Bence Cam Şato, o dünyanın geçmişine ait sahneler içeriyor olabilir. O serideki Kemik Oymacısı'nın kardeşinden bahsettiği bir an var ve o paragrafta bu canavardan bahsediyor. Yorumlarınızı benimle paylaşırsanız sevinirim.

 Kitapta değinmediğim birçok konu olduğunun farkındayım, Sarah J. Maas'in Cam Şato ve Dikenler ve Güller Sarayı serisi için genel bir yorum veya video çekmeyi planlıyorum, yakın zamanda sizlerle paylaşmayı istiyorum.






  5. Genç Elitler - Marie Lu




Yayınevi: Pegasus Yayınları
Sayfa Sayısı: 365


Beni Rahatsız Eden Detaylar: 

 Birinci baskısı olduğu için mi tam olarak emin değilim ama Pegasus'tan her zamanki özenini beklerdim. Özellikle ilk sayfalarda gördüğüm harf hataları ve çevirisi dolayısıyla, kitabı bir an önce bitirmek için bekledim. Kalabalık kelimesinin zaten birden çok insandan bahsettiği ortada fakat kalabalıklar yazılması... En rahatsız edeni de oydu sanırım.

 Goodreads'de bu kitaba beş üzerinden iki yıldız vermiş olmam gerekiyor. Marie Lu'dan okuduğum ilk kitap ve kurgusu dolayısıyla ilgimi çekmişti ama beklediğim gibi olmadı. Biraz benim tercihim sebebiyle, yazarın üslubunun biraz dolu dolu olmasını ve sadece geldi, gitti diye açıklamasından hoşlanmıyorum. 

 Evet, bir kurgusu vardı ama sahneler o kadar hızlı geçti ki karakterlerle o bağlantıyı yakalayamadım. Spoiler olacak bir konu da var, aşağıdaki yorumumda beni etkilemeyen o sahneyi de görebilirsiniz.


Arka Kapak Yazısı: 

 Adelina Amouteru, ölümcül bir hastalıktan kurtulmuştur. On yıl önce ülkesini kasıp kavuran kanlı humma vücudunda tuhaf izler bırakmıştır. Fakat hastalığı atlatanların bazılarında, başka şeyler de kaldığı rivayet edilmektedir… Gizemli ve sıra dışı yeteneklere kavuştuklarına inanılan bu insanların kimlikleri gizlidir ancak onlara Genç Elitler denmeye başlamıştır. 

 Teren Santoro, Kral için çalışmaktadır. Engizisyon Mihveri'nin lideri olarak görevi, tehlikeli olduğuna inandığı Genç Elitler'i bulmak ve onlar ülkeyi yok etmeden onları yok etmektir ama aslında Teren hepsininkinden büyük bir sır saklamaktadır. 

 Enzo Valenciano, Hançer Cemiyeti üyesidir. 


 Bu gizli Genç Elit grubu, kendilerinden olanları Engizisyon Mihveri'nden önce bulmaya çalışmaktadır ama Adelina'yı bulduklarında onun şimdiye dek görmedikleri güçlere sahip olduğunu keşfedeceklerdir.

 Birbirinden apayrı savaşlar sürdüren bu üçlünün yolları hiç beklenmedik şekilde kesişecektir. Ancak hepsinin emin olduğu tek şey vardır: Karanlık bir intikam ve yok etme arzusuyla yanıp tutuşan Adelina'nın güçlerine bu dünyada yer yoktur.


 Spoiler İçerikli Yorum:

 Bu bölümde fazla bir şeyden bahsetmeyi düşünmüyorum çünkü kitapta beğendiğim yerler olsa da, hoşuma gitmeyen kısımlar ağır basıyordu. Gerçekten çeviriden mi kaynaklanıyor bilmiyorum ama kelimeler beni etkilemedi. İkinci kitabını da Türkçe aldım ama üçüncü kitabının henüz çevrilmemiş olmasıyla birlikte, son kitabını İngilizce okumayı planlıyorum.

 Hikayeyi bazı bölümlerde başka bakış açılarından yazarak olayları geniş bir tabloda izlememize olanak tanıyor ama Teren'in bölümlerinde fazla bir şey olmadığını düşünüyorum. Enzo'nun Adelina ile kurduğu yakınlığın yeterince altyapısı oluşturulmamıştı ve öpüşüp öpüşmemeleri bir şeyi değiştirmedi bence.


 Son bölümlerde Enzo'nun ölümü, onun ardından Raffaele'in Adelina ile arasına bir mesafe koymuş olması Adelina ile kurmadığım o yakınlığın da etkisiyle, duygu bakımından hiç sarsmadı beni. 


 Kitabın son bölümünde karşılaştığımız yeni karakterin ikinci kitapta daha sık olacağını düşünerek kurguda ilgi çekici olayların farklı bir şekilde işlenmesini bekliyorum. İkinci kitapta toparlamasını gerçekten istiyorum çünkü sevdiğim seriler arasına olmasını umuyorum. 


 -Tabii ki sizlerin düşünceleri benimki olumsuz olduğu için benzer olmak durumunda değil. Ben sadece kendi açımdan açıklıyorum ve Goodreads veya kitap satın alma sitelerine girerseniz orada başka okurların yorumlarını da inceleyebilirsiniz. Üsluba çok takılmıyorsanız, çevirideki hatalar düzeldiğinde yine de alıp bakabilirsiniz, kurgusu ilginizi çekebilir.





 6. Şafak ve Gazap - Renée Ahdieh




Yayınevi: Pegasus Yayınları
Sayfa Sayısı: 392

 Arka Kapak Yazısı:

 Cani bir katil tarafından yönetilen bir diyarda, her şafak bir başka aileye kalp acısı getirmektedir. On sekiz yaşındaki Horasan Halifesi Halid her gece yeni bir eş almakta ancak sabaha kalmadan gencecik kadınların hayatına son vermektedir. 

 Can dostu, Halid’in kurbanlarından biri olan Şehrazad, intikam almaya yemin eder ve gönüllü olarak Halid’e gelin gider. Sadece hayatta kalmaya değil, halifenin dehşet saçtığı hükümdarlığı yerle bir etmeye de kararlıdır.

 Şehrazad zekâsı ve azmi sayesinde her gece Halid’in aklını çelip büyüleyici hikâyeler anlatarak hayatta kalmayı başarsa da bir sorun vardır: Genç kız can dostunu öldüren katile günbegün âşık olmaktadır. Üstelik bu mermer ve taştan sarayda hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlamaya başlamıştır. 
 Şehrazad, zalim çocuk hükümdarın genç kızları neden öldürdüğünü ortaya çıkarmaya ve bu döngüye bir son vermeye karar verir.

Spoiler İçerikli Yorum:

 Binbir Gece Masalları'ndan uyarlanan bu kitabı, masalın aslının uzun versiyonunu okumadan değerlendirmek durumundayım. Asıl metin ile aralarındaki farkı bilmesem de, bazı durumların daha detaylı bir şekilde yansıtıldığını ve kurgunun farklı açılardan ilerlediğini düşünüyorum.

 Yeniden Genç Elitler'de olduğu gibi burada da çevirinin yaşattığı eksikliği hissettim. Durum bu defa çevirinin kötü olması değil, repliklerin İngilizce daha komik ve keskin olduklarını fark ettiğimden kaynaklanıyor. Bu tarz replikler İngilizce yazıldığında, o mizah yansıtılırken farklılıklar oluşmuyor.

 Şazi'nin ilk baştaki amaçlarını görmezden gelerek Halid'in ruhunu ve kalbine bütünüyle sahip olmasını beklesem de, sondaki ayrılıklarını beklemiyordum. Halid'in tamamladığı mektubu yakması, aralarındaki ilişkinin aynadaki bir yansıması.

 Tarık karakterine gelirsek, sevdiğini söylediği kadının gerçekliğine ulaşamıyorsa harcadığı çaba da saman alevi gibi parlayıp söndü benim gözümde. Harcadığı emekler, arkasına aldığı insanların önünde ileri gitmeyi amacı Şazi'ye ulaşmaktı ve başlayacak savaşın detaylarıyla ilgilenmedi.

 Sanırım Despina'yı ilk gördüğüm anda fazlasıyla ısınmıştım, Şazi ona güvenemezken ben: Gelecekte çok yakın arkadaş olacaksınız, zorlamayın. gibi bir düşünceyle yaklaşıyordum. Bir sonraki kitapta, Despina'nın Celal ile olan ilişkisine daha iyi bir açıdan bakmayı umuyorum. 

 Kitap boyunca hoşuma giden sahnelerden biri olan, Şazi'nin Celal'le olan ok atma sahneleri ve Halid'in ona kılıç kullanmayı göstermesiydi. Celal ve Şazi'nin yakınlığını göz önüne alırsak, sonda Tarık'tan talep ettiği şeyin de sebebini anlıyoruz.

 Kitabın sonundaki, askerlerin birleşmesi de bir sonraki kitaptan beklentilerimi artırıyor. Kitabı toplam iki günde bitirdim, eğer oturup odaklanmış olsaydım bir günde bitirebilirdim ama diğer yandan yaptıklarım yüzünden pek mümkün olmadı. Şafak ve Gazap akıcı, sürükleyiciydi ve tam olayların bir yön kazandığı anda sonlandı. 

 The Rose & The Dagger, yani serinin son kitabı henüz çevrilmese de orjinal haliyle okumayı planlıyorum. Pegasus çevirilerine fazla ara vermeden devam ediyor o yüzden bekleme süresinin uzayacağını sanmıyorum.



Umuyorum ki yorumlarım sizlere kitaplarla ilgili aradığınız bilgileri ve kendi düşüncelerimi net bir şekilde yansıtmıştır. Bir sonraki ayın okunacaklar listesinde ve kitaplarla ilgili yapacağım postlarda görüşmek üzere...



Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.